Cumartesi, Ekim 31, 2009

Geçen hafta ilk dersimizde...

Latince kökenli schola(okul) kelimesinden türetilen Skolastik düşünceyi işledik. Skolastik düşünce, kitaplara inanarak değil, akılcılıkla ilerlemeyi tercih eder ve müthiş bir tanrı sevgisine sahiptir ve müthiş bir inançları vardır. Tanrının yarattığı her şeye büyük bir saygı duyarlar. Skolastik düşünce kafalarda bir sınır çizmesine de neden olmuştur. Bazı din adamlarının, Aristo felsefesinin dine uyarlaması olarak da söylenir. The name of the Rose , filmindeki Dominiken ve Fransisken tarikatlarının çatışmasında altında yatan sebeplerden biride budur. Sonrada inanç ve bilgi arasına bir ayrım konulduktan sonra, bu gelişim Rönesansı meydana getiricektir.

Dersimizin 2’ci gününde, 2009 yılını etkileyecek Medici ailesinin hayatını izledik. Medici ailesi yaptıkları sayesinde bugünümüze kadar yenilikleri getirmiştir. Sanata verdikleri değerle, klasik resmin buraya gelmesini sağlamıştır. Bunların başında Michelangelo, Leonardo da Vinci ve Botticelli gelir ve Rönesans çağının başlaması sağlanır medici ailesinin desteğiyle. Bunların yanı sıra ilk muhasebenin tutulması ve ilk toplu sözleşmenin imzalanması, bu olayların 2009’da ne kadar önemli olduğu hala görülmektedir.

Umut AKTAŞ

> Grup 2 <

Yemin Bozmak

İlkokul okumuş herkesin başından geçen bir olaydan bahsedeceğim, ant okumak. Evet, ‘Andımız’ yani yeminimiz. Sınıflarda duvara asılan Atatürk ve Gençliğe Hitabe posterlerinden üçüncüsü. Eski Milli Eğitim Bakanı olan Dr. Reşit Galip’in 23 Nisan’da kızlarına yaptığı bir konuşmanın düzenlenmiş hali. Daha sonra da 1933 yılında okullara girmiştir’*.
‘Metnin’** bazı kısımlarını hatırlatmam gerekirse –ki gereği yoktur eminim- “Türküm!”. Etnik kökeni bu kadar karışık bir ülkede –ki çoğumuz halen tam olarak hangi kökenlerden geldiğimizi bile tam kestiremezken- saat sekiz altı yaşında bir çocuk bağırıyor “TÜRKÜM”, diğerleri tekrarlıyor. Nazi filmlerini andıran bir ciddiyet mevcut. Çocuklar öğretmenlerin gözüne girebilmek adına son ses bağırıyor ve öğretmenlerinden de bu durumdan dolayı göğüsleri kabarıyor. Sesi kısılma noktasına gelen çocuklardan bazıları Kürt, Çerkez, Laz, Ermeni, Yahudi, Süryani. İşin kötü tarafı, o öğretmenlerin durumunun da farklı olmaması. Etnik çatı nasıl konulur görsünler işte. “Soykırımı tanımlama ölçütlerinin 2. maddesi: Grup üyelerine ciddi fiziki veya zihinsel zarar vermek. 5. madde: Grubun çocuklarını zorla başka bir gruba transfer etmek.”*** Derken, “İlkem, yurdumu milletimi özümden çok sevmektir”… Hemen ardından, “Varlığım Türk varlığına armağan olsun”. Kısacası, eğer sen yirmi yaşında zorla askere alınıp sebebi ve sonucu bilinmeyen bir savaş uğruna şehit düşersen üzülme, çünkü sen o yurdu kendinden bile çok seviyorsun! İnsan sevdiğini sorgulayamaz. Şimdi, gelen o teröristler alkışlarla karşılaşınca, uğruna ölünen devlet, o katilleri serbest bırakınca yeni yeni düşünmeye başladılar bu gençler neden peki öldü diye. Altı yaşında buna yemin etmişlerdi bile o gençler.
Toparlamam gerekirse, bu yazı madem önemli, ders konusu yapılsın, müfredata konsun. Atatürkçü söylemler dışında trajikomik bir yazı. Dr. Reşit Galip’in kötü niyetli olmadığına eminim fakat ben onun kızlarıyla özeline girmek istemem, ne konuştularsa keşke aralarında kalsaydı.


Kaynaklar :

* http://www.egitimhane.com/forum/index.php?topic=2298
** http://ttkb.meb.gov.tr/secmeler/andimiz.htm
*** http://tr.wikipedia.org/wiki/Soyk%C4%B1r%C4%B1m


Ozan KORKMAZ

> Grup 4 <

KALABALIKTA YALNIZLIK

Sanatçı görünenle ya da kendisine gösterilenle yetinmez, gerçeğin görünmeyende saklı olduğunu bilir. Hep daha derine bakar, olmayanı görmeye çalışır. Sanatçı meraklıdır: Geçmişte yaşananları araştırır, öğrendiklerini zamanına aktarır. Uzağı görmek ister, yarını şekillendirmeye çalışır. Sanatçı muhaliftir; yanlış olduğuna inandığı güçlerin karşısında durur. Hayal gücüyle yargılar, eserleriyle cezalandırır. Sürünün bir parçası olmayı reddeder, çobanların daima sürüsüne katmak istediği ve bunu başaramadığı için nefret ettiği kişilik olur.

Sanatçı duyarlıdır; pamuk ipliğiyle yüreğine bağladığı dünyevi bağlarını, başka insanların acılarını derinden hissederek koparıp atabilir. Yaşanan kötülüklere şahit olmaktansa yok olmayı yeğler, korktuğu için değil üstelik! Belki zarar görmüş insanlık onuru için, belki de sadece insan olduğu için… Tıpkı 2. Dünya Savaşı’nda yaşanan drama (toplardan, tüfeklerden yüzlerce kilometre uzakta olduğu halde) dayanamayan Stefan Zweig’in yaşama isteğini yitirmesinde olduğu gibi.

Sanatçı bazen sadece kendisi olur. Kendisiyle yaşar, yaratarak nefes alır. Aksi, en hazin ölüm kadar (ateşte yanmak kadar) acı verir. Başka hiçbir şeyle ilgilenmez, önemsemez. Kendi dünyasını kurar, tanrısı olur kendisinin. Fildişinden bir kule inşa eder, ışıklı ve kırılgan… Kulesinin tepesinde yaşar, görmez, görünmez ya da görür değer vermez. Hem insanların yanı başında hem de onlardan çok uzakta yaşar. Çağdaşlarını beğenmez, konuşmaya ve sevmeye değer bulmaz. Tanrısal kibri aslında hiç tanımadığı insanlara yaşam kanıtı bırakmak için yarattığını görmesini engeller. Yaşadığı çağa dargın, insanlardan uzak veda eder hayatına, geriye yıllar sonra değeri anlaşılabilecek yaratılar bırakarak.

Sibel AKSU

> Grup 1 <

NE İÇİN YAŞADIM ?

Kökenine bakılırsa; öğrenme ve uygulama sonucu edinilen vasıf (1), felsefi açıdan bakılırsa “tekhne”(2) ile eş anlamlı, yazım terimlerine göre ise tanrısal güçtür(3) sanat. Sanatçı ise bu güce, vasıflara sahip kimsedir. En çok üzülen en çok bilense(4), sanatçının mutlu olması zaten çok zordur.

Çünkü sanatçı; geçmişi çok iyi bilir, gözlemleyendir, hassastır, güzeldir. Önemli olan, iyilik ve yaratmaktır, hep ilerdedir, katkıda bulunmak ve iz bırakmaktır gayesi. Goethe der ki; “bilmek yetmez, uygulamak lazım”(5). Sanatını, aktaramadıktan sonra lanet gibidir bilgi, düzeltmekle kendini sorumlu hissettiği bu dünyadan gitgide uzaklaştırır.

Yüzyıllar geçse de Petrarch’tan Bertrand Russell’a(6) dert aynıdır. Tatminsizlik, doyumsuzluk ve beklentiler. Russell bunu, otobiyografisinin girişinde çok güzel anlatır “What I have lived for”(7) ile. Hayatını yöneten üç tutkuyu ele alır bu yazı; sevgi, bilgi ve insanoğluna karşı duyduğu çekilmez acıma duygusu.

Acır, güzelliğin, bilginin var olduğu bu dünyada insanoğlunun yaşama şekli (sahip olduğu meziyetlere) yaşaması gereken şekille resmen dalga geçer gibi olduğu için. Acı çeker, yapabileceği bir şey olmadığı için ve tiksinir bu acıyı silip atamadığı için.

Suzin AKALAN

> Grup 1<


Kaynaklar:

1-www.etmyonline.com/index.php?search=art&searchmode=none
2-tekhne = felsefe terimleri
http://tdkterim.gov.tr/bts/?kategorivesilist&kelime=sanat&ayn=tam
“Bir şeyi ortaya koyma olan, yaratma olan, doğru bir plana göre yönetilmiş bir davranış.”
3-Bir tasarının, bir düşüncenin ya da güzelliğin anlatımında kullanılan yöntemlerin tümü ve bunların sonucunda erişilen üstün yaratıcılık. www.tdk.gov.tr
4-Rochdale, Manfred, act1.sc.1.
“Sorrow is knowledge; they who know the most must mourn the deepest over the fatal truth the tree of knowledge is not that of life”
5-Goethe “Knowing is not enough, we must apply” www.quotes.com
6-Bertrand Russell (1872 – 1970) Nobel Prize, Literature, 1950 (History of Western Philosophy)
7-The prologue “What I have lived for” www.users.drew.edu
http://plato.stanford.edu/entries/russell/#RW