Sanatçı duyarlıdır; pamuk ipliğiyle yüreğine bağladığı dünyevi bağlarını, başka insanların acılarını derinden hissederek koparıp atabilir. Yaşanan kötülüklere şahit olmaktansa yok olmayı yeğler, korktuğu için değil üstelik! Belki zarar görmüş insanlık onuru için, belki de sadece insan olduğu için… Tıpkı 2. Dünya Savaşı’nda yaşanan drama (toplardan, tüfeklerden yüzlerce kilometre uzakta olduğu halde) dayanamayan Stefan Zweig’in yaşama isteğini yitirmesinde olduğu gibi.
Sanatçı bazen sadece kendisi olur. Kendisiyle yaşar, yaratarak nefes alır. Aksi, en hazin ölüm kadar (ateşte yanmak kadar) acı verir. Başka hiçbir şeyle ilgilenmez, önemsemez. Kendi dünyasını kurar, tanrısı olur kendisinin. Fildişinden bir kule inşa eder, ışıklı ve kırılgan… Kulesinin tepesinde yaşar, görmez, görünmez ya da görür değer vermez. Hem insanların yanı başında hem de onlardan çok uzakta yaşar. Çağdaşlarını beğenmez, konuşmaya ve sevmeye değer bulmaz. Tanrısal kibri aslında hiç tanımadığı insanlara yaşam kanıtı bırakmak için yarattığını görmesini engeller. Yaşadığı çağa dargın, insanlardan uzak veda eder hayatına, geriye yıllar sonra değeri anlaşılabilecek yaratılar bırakarak.
Sibel AKSU
> Grup 1 <
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder