Cumartesi, Ekim 31, 2009

KALABALIKTA YALNIZLIK

Sanatçı görünenle ya da kendisine gösterilenle yetinmez, gerçeğin görünmeyende saklı olduğunu bilir. Hep daha derine bakar, olmayanı görmeye çalışır. Sanatçı meraklıdır: Geçmişte yaşananları araştırır, öğrendiklerini zamanına aktarır. Uzağı görmek ister, yarını şekillendirmeye çalışır. Sanatçı muhaliftir; yanlış olduğuna inandığı güçlerin karşısında durur. Hayal gücüyle yargılar, eserleriyle cezalandırır. Sürünün bir parçası olmayı reddeder, çobanların daima sürüsüne katmak istediği ve bunu başaramadığı için nefret ettiği kişilik olur.

Sanatçı duyarlıdır; pamuk ipliğiyle yüreğine bağladığı dünyevi bağlarını, başka insanların acılarını derinden hissederek koparıp atabilir. Yaşanan kötülüklere şahit olmaktansa yok olmayı yeğler, korktuğu için değil üstelik! Belki zarar görmüş insanlık onuru için, belki de sadece insan olduğu için… Tıpkı 2. Dünya Savaşı’nda yaşanan drama (toplardan, tüfeklerden yüzlerce kilometre uzakta olduğu halde) dayanamayan Stefan Zweig’in yaşama isteğini yitirmesinde olduğu gibi.

Sanatçı bazen sadece kendisi olur. Kendisiyle yaşar, yaratarak nefes alır. Aksi, en hazin ölüm kadar (ateşte yanmak kadar) acı verir. Başka hiçbir şeyle ilgilenmez, önemsemez. Kendi dünyasını kurar, tanrısı olur kendisinin. Fildişinden bir kule inşa eder, ışıklı ve kırılgan… Kulesinin tepesinde yaşar, görmez, görünmez ya da görür değer vermez. Hem insanların yanı başında hem de onlardan çok uzakta yaşar. Çağdaşlarını beğenmez, konuşmaya ve sevmeye değer bulmaz. Tanrısal kibri aslında hiç tanımadığı insanlara yaşam kanıtı bırakmak için yarattığını görmesini engeller. Yaşadığı çağa dargın, insanlardan uzak veda eder hayatına, geriye yıllar sonra değeri anlaşılabilecek yaratılar bırakarak.

Sibel AKSU

> Grup 1 <

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder